27 Haziran 2010 Pazar

3.900 TL - Bir Frederic Beigbeder kitabı


Tam bir tuvalet kitabıdır 3.900 TL. (Eski basımıyla adı farklıdır ki bende 2001'deki 2. baskısı var.)

Lütfen tuvalet dedim diye yanlış anlaşılma olmasın.
Ben tuvaletini keskin zihin halleri merkezi olarak gören bir bünyeyim.
Hem benim tuvaletim çok neşelidir.
Çamaşır makinesinin üzerinde tam tuvalete çevrilmiş bir mıknatıslı oyuncak kamera vardır. (Kim demiş mıknatıslar sadece buzdolabı için diye?)
Üzerine basınca "Smileee!" diye bağırıp "Şıkırtss" diye fotoğraf efekti çıkarır.
Her tuvalete girenden siren gibi ses yükselir:

"Bu çekiyor mu gerçekten?"

Hayır çekmiyor kardeşim. Meraklısı değiliz.

Sen yandaki dergileri, kitapları okusana her gördüğüne basacağına!
Yalnız bir tanesi var kitaplardan,hamur oldu, çamaşır makinesi taştı geçen.
Ona dokunma..



**

3.900 TL de meraklısı olmayan bir adamı işliyor sanki. Yazar Frederic Beigbeder'in yarattığı karakter Octave'da senelerdir onu görüyorum ben. Reklam dünyasının tam ortasında, göbeğinde ama adam tümden bir memnuniyetsiz, daha doğrusu rahatsız. Hiç değişmeden sürekli kritik etmek için doğmuş. Frederic'in yalancısıyım , "Octave benim altbenliğim olabilir." diyor. O zaman o da fena.Bu hayata nasıl dayanılır dear Beigbeder?:)


Kitapta bir yerlerde "Kreatifin on altın kuralı" vardi.
Post-itlere yazılası:)

Ve bir pasaj kitaptan:

"[...]Hayat şöyle geçiyor: doğuyorsunuz, ölüyorsunuz ve bu ikisinin arasında karnınız ağrıyor. Yaşamak sürekli karın ağrısı çekmek demek. 15 yaşında, aşık olduğunuz için; 25 yaşında, gelecek kaygısı içinde olduğunuz için;35 yaşında, içtiğiniz için; 45 yaşında çok fazla çalıştığınız için; 55 yaşında, artık aşık olmadığınız için; 65 yaşında, geçmişinizden kaygı duyduğunuz için; 75 yaşında kanser vücudunuzu sarmış olduğu için. Aralarda, anne ve babanıza, sonra öğretmenlerinize, sonra patronlarınıza, sonra eşlerinize, sonra doktorlara itaat etmekten başka bir şey yapmıyorsunuz.[...]"

Nasıl ama?

Bu pasaj aslında sadece bir genel bakış olabilir. Kitabı okuduğunuz an göndermeler silsilesiyle başbaşa kalıyorsunuz.
Yaşama , ölüme, güzelliğe, kokaine,aşka, boka , batağa...

Başbaşa kalınca bu kadar mefhumla, doğal olarak biraz korkuyorsunuz.
Bence korkmadan,

Girin adamın zihnine.
Ve
çeksin sizi bir kendine.

"Smileee!"

"Şıkırtss"

Çevirmen : Renan Akman
ISBN: 975-6612-00-2


O da ne o yee:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Fr%C3%A9d%C3%A9ric_Beigbeder

22 Haziran 2010 Salı

Into the Wild



Yönetmenliğini Sean Penn'in yaptığı, senaryosu ise gerçek bir hikayeye dayanan Into the Wild, benim için apayrı bir film.


Her izlediğimde değişik bir mesaj iletir bana.
Öyle özgür ve doğaldır çekimleri ki, kendinizi hakikaten Amerika'nın değişik yörelerinde geziniyor bulursunuz. Tüm roller sizinle konuşur sanki.

Bir başkaldırış filmidir Into the wild.
Kendisine toplumda dayatılan başlıkları kabul etmek istemeyen (Deli mi ne? :) bir genç Christopher McCandless.
İstemiyor araba filan. Öyle iş miş de.

Onun üniversiteden mezun olur olmaz, tüm parasını yakıp Alaska seyahatine yeltenmesini ve bu esnada olanları izliyoruz film boyunca.
Çünkü Christopher bunu istiyor.

Filmdeki göndermeler müthiş.
Christopher - Christ ve insanın aslında sosyal bir hayvan olması gerçeğini yüzümüze tokat gibi çarpsa ne olacak cümlenin gelişine kanan sevgili okur? :)

Christopher sorguluyor..
Deli gibi sorguluyor hem de...
En başta kendisini,
Sonra yollarda karşısına çıkan kişileri..
Herşeyi...
Sorgularken ve ille de kendi yolunda devam ederken, Alexander Supertramp'e dönüşüyor.



Emile Hirsch Christopher rolunde parlıyor. Diğer parlayanlar ise society diye çığırdıkça aklımda yer etmiş Vince Voughn ve birlikte-ama-yalnız ex-hippi Catherine Keener...
O kadar samimi oynuyorlar ki..


Kendi içinizdeki Alexander Supertramp'le karşılaşıp ve onunla oturup bir Türk kahvesi keyfi yapmak için mutlaka izleyin derim.

Size birşeyler anlatmaya çalışıyor olabilir!


Into the Wild @ IMDB

Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb ! :)




Bir Amerikan Hava kuvvetleri generali durup dururken Rusya’ya nükleer bomba atmaya karar verir. Ekibinin yer aldığı uçağına bu görevi bildirir. Bu çılgınlığın sona ermesini bekleyen the President ve eşrafı ise bu duruma anında müdahale etmek için ÜSte toplanırlar.
Fakat,
Bu görev bildirildiği andan itibaren geri alınamayacak bir görevdir.
Çünkü görevi iletmede kullanılan radyo haberleşme parçacığı The C.R.M. 114 Discriminator *, geri mesaj almamak üzere tasarlanmıştır. Yani görevin iptali yapılamayacaktır...

Uçak ekibi ,herşeyden bihaber hedeflerine kitlenmiş vaziyette dönülmez bir yoldayken, yönetim tarafında bu işlemi geri almak için beklenmedik gelişmeler yaşanmaktadır.
Olaylar gelişir.. Tuhaflaşır ...

:)

İstanbul'da bir kız ise DVD'de bu filmi izlemektedir.

Onda beklenmedik bir şekilde gelişen tek şey ise: Kahkahalarıdır!


Dr. Strangelove , Stanley Kubrick’in yönettiği bir film. 1964 yapımı...

Kubrick, filmin senaryosunu Terry Southern ve Peter George ile yazmış . Zaten de film “Two Hours to Doom, Dr. Strangelove” olarak da bilinen yine Peter George’un “Red Alert” romanından esinlenilerek yazılmış.

Dr. Strangelove harika bir kara mizah!
Tuhaf diyaloglar (Komünizmin – fluoride ile bağdaştırılması gibi:), harika göndermeler( Our source of information was New York Times) ve bomba mesajlar – (Hi there! / Dear John!) içeriyor.

Bu filmde sanırım Stanley Kubrick – “Haydi babalar, siz dehşet oyuncularsınız bende de teknik ve göz var! Fotoğrafçılık geçmişimi de kullanacağım ayıp ettiniz... Bir film çekelim de insanların şöyle gözünün çapağı dağılsın, kaşı gözü kaykılsın!” demiş...
Başrol Peter Sellers ise “Baba ayıp ettin! Ben bir Dr. Strangelove oynayacağım, ba-yı-la-cak-sın! Diğer rollerimi de harcamadan ama haa, dikkat!” diye eklemiş.

Sonrasında ise ortaya günün her diliminde , hayatın her döneminde izlenebilecek bir film çıkmış.
Sette de eminim kendileri de eşekler gibi eğlenmişlerdir. :)

Nasıl ki Türk filmlerinin en naif zamanı 60 -70 arasıdır, bu filmde de onu sezdim ben . Bir çeşit naiflik. Filmdeki karakterler asker olmalarına rağmen , “Peace is our profession” mottosuyla yumuşak tarafları da gösterilecek biçimde canlandırılmış. Yoksa bomba atılması emrini veren generalin, sonrasinda ölümden sonra yaşama inandığını ve peace , nice, human .. vs gibi kelimelerle önündeki deftere çizimler yaptığını nasıl açıklarız a dostlarim , nice human beinglerim ?

Esas ilginci ise bu film icin dvd'de yer alan Original Advertising Gallery.
Bu galeride filmin reklamları bulunuyor diyebiliriz. Filmin can alıcı cümleleri siyah beyaz fotoğraflarla poster kıvamına getirilmiş. Hepsi on numara!

Bu galeri fikrine de, Dr. Strangelove’un bedenine işlemiş Führer'liğine, diline ve tipine de ba-yıl-dım.

Siz de bayılın.

:D


*http://en.wikipedia.org/wiki/CRM_114_(device)
http://www.imdb.com/title/tt0057012/

21 Haziran 2010 Pazartesi

Film : David Lynch : Lost Highway (1997)

http://www.imdb.com/title/tt0116922/

Your vote of 7 was counted.:

“Ey David Lynch..
Beyin hücrelerimi ettin linç...”

Senaryosunu David Lynch ve Barry Gifford’un ortak kaleme aldığı bir film Lost Highway, Türkçesi ile Kayıp Otoban... David Lynch'in diger filmleri de izlenme listesinde. Kult filmleri Mulholland Drive ve Wild At Heart...

David LynchLost Highway'i belli ki keyifle yönetmiş. Biz kullarını da hayatı boyunca gördüğü tüm bulmacaların toplamı olacak zorluk kıvamında bir hikayeyle karşı karşıya bırakmış. David Lynch dendi mi değişen suratlar gören ve sadece Mulholland Drive'in ilk 15 dakikasini izleyen bir insan olarak, beynimi bir pehlivan gibi yağladım ve bastım sinema pERdesinin meydanına..

David Lynch'in filmlerinde hicbirsey gorundugu gibi olmadıgı bilgisiyle hareket ederek, temsilcisi oldugu kara film gozuyle baktim otoyola.

Yazının bundan sonrası SPOILER içermektedir:


Rüyalarin, rüyalardan uyandığı sahneler...
Bordo perdeler, kubik desenli mobilyalar... Ağır ve derin hareketler..
Işık ve gölgeler... Video kamera... İlle de değişik açılardan siyah telefon..Siyah saten çarşaflar....
Ben filmi yorumlamaya, algılamaya çalıştıkça.. Filmin ilk 40 dakikasını pazar gecesi, devamını pazartesi izlemek gibi aksiyonlar aldıkça, ve filmi daha da anlamak için kafamda David’in bilinçaltı derinliklerine tüplü dalış organize ettikçe;
“Bilinçaltı sevgilim bu, yadırgıyor musun kendininkini tüm günlerini saçma sapan şeyleri düşünerek geçirirken ?” dedi Lynch bana... “Önemli olan onların orada olması, saçma veya manalı olmaları değil!”. “Bırak bana direksiyonu, otobana geri döneceğiz söz!”
Verdim zihnimin direksiyonunu David’in eline..
Highway’de seyrettik.. Sonra orayı terkettik ...
İletişim kanallarını tamamen koparan bir vatandaş Fred – Bill Pullman bu rolü iyi çekip çeviriyor :). Müzisyen - Saksafoncu. Neden kopuyor peki ? David Lynch’in belirttigi gibi* kendini müzikte füg olarak gecen , kendi cesitliligi icerisinde coğalarak bestelenen bir beste turunden alinti olan bir psikolojik bozuklukta buluyor esasen:
DİSSOSİYATİF FÜG
Bunu yaşayan insanların bildik evlerinden veya iş ortamlarından bedensel olarak uzaklaştırdıkları ve önceki kimlik özelliklerini (ad, aile, iş) anımsayamadıkları görülüyor. Bu hastalar kesin olamamakla birlikte sıklıkla tamamıyla yeni bir kimlik ve iş ediniyorlar...
Fred de değişiyor... Kendi benliğinden uzaklaşıyor. Highway’inden çıkıyor. Ara yollarda iletişimsiz kalıyor. Başkası oluyor. Çıldırarak hem de... Katil olarak öncesinde çünkü... Karısını öldürüyor.
Bembeyaz bir Patricia Arquette - Hem Renee hem de Alice rolunde. Renee, Fred’in karısı... Sanki şeytan goruntusunde bir melek. Bir insanın dişlerinin biçimsizliği, bir ortodontistin duvarına asacağı derecede yamuk –ama iki yandan simetrik - dişleri , o insanın dudaklarını bu kadar mı güzel gül gibi açtırır?
Onun dudaklarından birçok cevabı almaktayız dikkat!
İki karakterinde de ...
Ve gelişen olay örgüsü...
Birbirine kaynak yapan , kah güneş tutulması hissiyatında kah kapkaranlık bir odada birdenbire açılan perdelerin gözleri kamaştırması tadındaki sahneler...
Toz , toprak ve video kamera..

Bana göre filmdeki tüm insanlar Fred / David Lynch’ti. Evet kendisine istedigi gibi çırak karakterini – Pete Mayfield (Balthazar Getty de sübyan mübyan ama o zamandan Hollywood balta-zari olacagini iyi belli etmis. ) yaratmıştı. Fakat suç işledikten sonra gerçeklerden tamamen kopmuş zihninin, ayna gibi yansıttıgı karakterler de onun bir parçasıydı . Arabaların yakınlaşma mesafesine kafayı takan Eddy de o, rakip gibi görünen ve sonu sehpa köşesinde biten Andy de o .. Aptal polis memurları da o.... Ve elbette canim gizemli adam da (Eski Baretta - Robert Blake’in canlandırdığı rol).
Ve bence Alice Wakefield kilit isim. Fred’in bilincalti da o...
Çünkü fotoğrafı yok..
Filmin sırrı da bu olabilir...
Zaten de;
“Funny how secrets travel” diye bir melodiyle başlıyor film... -David Bowie’nin baslangic ve bitis sarkisi olarak seslendirdigi..

Müzikleri de atlamadan dikkatlice dinleyin derim!**


* http://www.thecityofabsurdity.com/papers/herzogenrath7.html
**http://en.wikipedia.org/wiki/Lost_Highway_(soundtrack)

Hello World!

Bu blog Tugce Futaci'nin resmi "Portfolio School of Creative Advertising" donem V güncesidir.

Portfoliobese dahil olan bu blogu israrla takip ediniz, internet saglayicinizdan, ISP'nizden baglanti isteyiniz!



Balik Etli Deniz kizi (C) : Tugce Futaci

:)