14 Temmuz 2010 Çarşamba

Viva la Mykonos & Portfolio Magick & Astroloji



Portfolio.
Ya şu Portfolio’nun hayatımı değiştirmesi .
Evet o gece ile. O gece ben bir Shakespeare tartışmasından dönmüştüm. İngilizce konuşma dersimde ingilizcemin boyuna posuna bakmadan atıldığım maceralarımla yine ayvayı yemiştim. Senin neyine İngiliz edebiyatını tartışmaya girmek. Neyine ha neyine diyen ruhuma inat gitmiştim ulen işte. Çünkü az buz biliyordum. Mina Urgan sağolsun!! Aşık Shakespeare’i de izlemiştim. Bir boka yaramadı ama aşka daha bir inandım sanki. O ne oyunculuktur be kardeşim o filmdeki de.
Dönerken dersten, Caddebostan Starbucksta indim minibüsten. Gittim kendime fatte aldim, bol yağlı latte. Yağlı sütlü.
Üstümde bok yeşili montumla dışarıya oturdum, soğuksa da soğuk. Harry Potter filminden çıkma gök yüzüne karşı.
Ay.
Önünden bulutlar geçiyor.
Ay yok.
Bulut
Bulut hafif ışıyor.
Sonra kafamı sanki bir ip sola doğru çekiyor. Aya bakarken bambaşka bir yuvarlağa bakıyorum. Pembe birşey. O ne lan diyorum sonra? İçeriye doğru bakıyorum. Aaa orda da ay var. Lamba!
“Ne psişikk bişşşii buu “diyorum kendi kendime.
Ruhumun sıkışık sidik torbası ise hala Shakespeare ringinde adam gibi dövüşemeyip yenilgiye uğramamda. Bir işesem- pardon konuşsam rahatlayacağım.
Yasemin’i arıyorum.
“Gelsene” diyorum “Yahu , iki adım gel, kahve içelim”.
O geldiğinde ise yine aynı muhabbet. Çoktandır – bana 15 kilo marshmellow yedirtecek kadar çoktandır- benim ne kadar da mesleğime uygun olmadığımı, aslında kreatiiiiğf bir yöne kaymam gerektiğini tartışıyoruz.
Bacak bacak üstüne atmaktan , -gerçekten bu eylemi yapmaktan- yoruluyorum.
Ne kadar toprak!
Karar vermem hep uzun sürüyor. Ama ondan sonra kimse beni tutamaz.
Atılım!
Her merak ettğini aramak . Sormak. İlle de küçüklüğümden gelen bir huyum.
Civciv görüyorum : “Dede bu guş beni yiyer mi?”
“Yemez yavrum baksana kaçta birin o senin.“
“Dede balkonun sapına guş kondu.”
Guşlara takıntılı bir miniş, pek yıl sonra koca kazık haliyle telefonla arıyor Portfolio’yu.
“Ay ben sizi ay filan..very romantik , ay bir baktım sizin de aynı lamba ay , ayy iyice psişik.” Birtakım birşeyler geveliyorum. Reklamcılıktan ne kadar uzağım??
Telefondaki ses mantıkla açıklıyor olayı. “Gelin görüşelim”. Ne de güzel ses tonu. Esmer belli sesinden.
Derken gittiğim andan sonraki mülakat aşamasını geçmek istiyorum çünkü o bir film konusu . En çok Vajina Monologları’nı izlemeyişime üzüldüm yalnız ondan sonra rüyalarımdaki Broadway’de... Çünkü ondan önce hep kafama takılan soru:
“Ben neden yutdışına hiç çıkmadım lan?”
Nedir bu üzerimdeki ölü toprağı?
Bak yine toprak!
4 yaşında filanım.
Bir gün teyzemin yanına gidiyorum ve diyorum ki :
“Teyze sen Singapur’a git ve bana sarı çiçekli sütyen getir.”
Teyzem “Tamam tatlım” diyor ama ne alaka diye içinden geçiriyor.
Ama asıl olay bundan sonra kopuyor:
Ondan bir süre sonra teyzem THY’de hostes oluyor. Çok sürmüyor Singapur’a gitmesi. Ve bana da sütyenimi getiriyor. 4 yaşındaki çocuk sütyeni neden ister allahını seversen?
Neyse ben Yunan Adalarına gidiyorum şimdi.
İlk defa yurtdışına çıkıyorum.
Ailede iki insanın buzdolaplarının üstündeki magnet sayısını eşitlemek bundan sonraki amacım.
Çünkü teyzemin dolabında artık beyazlığa dair hiçbirşey yok! Msıır’ın devesi ile Cape Town’un masa dağı arasında bir yerlerde sucu’nun telefonu yer alıyor. Uyduruk bir şekilde yazılmış .
Sahi sucuların neden uyduruktur kartvizitleri? Onlara muhtacız diye mi?
Yunan adalarında biraz mitoloji dinlemeye gidiyorum. Mykonos’ta ise o mitoloji acayip club müziklere dönüşecek.
Ay duyguları iletir astrolojide. Ay feminen ve kararı doğru veren..Aslında yansıman, çünkü o da ışığını güneşten alan. Güneş ise sensin!
Doğru karar senin..
Doğru yerdesin!

(10.07.2010 sabaha karşı 1 filan civarı yazılmış bir yazı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder